Sitemizden daha iyi faydalanmak için giriş yapın.Eger kayıtlı degilseniz kayıt olun...

Join the forum, it's quick and easy

Sitemizden daha iyi faydalanmak için giriş yapın.Eger kayıtlı degilseniz kayıt olun...

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    Sanat-Sanatçı-Tabiat İlişkisi

    Krall100
    Krall100


    Mesaj Sayısı : 161
    Yaş : 34
    Nerden : Ankara
    Rep puanı : 0
    Points : 1253
    Kayıt tarihi : 02/09/08

    Puanlar
    Puan grafigi. Puan grafigi.:
    Sanat-Sanatçı-Tabiat İlişkisi Imgleft1000/200Sanat-Sanatçı-Tabiat İlişkisi Emptybarbleue  (1000/200)

    Sanat-Sanatçı-Tabiat İlişkisi Empty Sanat-Sanatçı-Tabiat İlişkisi

    Mesaj tarafından Krall100 C.tesi Nis. 11, 2009 6:51 pm

    Sanat - Sanat Yazıları

    Tabiat denilince, etrafımızı çevreleyen manzara­ları, toprağı, üstündeki bitkileri, insanları, hayvanla­rı düşünürüz. Duygularımız, düşünüşlerimiz, yara­tık olarak bütün tepkilerimiz bizi çevreleyen bu tabiat­tan doğar, kültürümüz onunla, ona verdiğimiz an­lamlarla beslenir. Kişi, tabiatın egemenliğinden kur­tulamaz, hayatı boyunca, düşünce ve duyuşların­da onun uyandırdığı tepkilere boyun eğer. Bu ba­kımdan denebilir ki, insanların tek kaynağı tabaattır. Yüzyıllar boyunca düşünürler, filozoflar, yazarlar tabiat üstüne sayısız eserler yazmış, sistemler, teo­riler kurmuşlardır. Tabiatla ilgilenmek, onu hem geografik, hem fizik, hem estetik plânlarda incelemek en eski uygarlıklardan beri insanları kaygılandırmış başlıca konudur.

    Ressam için "tabiat" anlamı, gök, deniz, bulut­lar, ağaç ve kayalar gibi, dış âlemin yalnız jeolojik yapısı içinde kalmaz. İnsan elinden çıkma binalar, eş­yalar da ressam için tabaattır, dış görünüşün çerçe­vesi içindedir. Bundan ötürü tabiî olsun, yapma ol­suna etrafımızı alan bütün elemanlar, ressamlar için tabiattır.

    Tanrı tabiata şaşmaz, matematik bir düzen ver­miştir. Mevsimler zamanında değişir. Güneş, ay belli zamanlarda çıkıp batarlar. Sıcakla soğuk belli dev­relerde gelir, giderler. Ağaçların yeşermesi, yaprak dökmesi şaşmaz bir disipline uyar. İnsanların doğup büyümesi, ihtiyarlayıp ölmesi kronometrik bir düze­ne bağlıdır. Milyonlarca, milyarlarca dünyanın için­de döndüğü evren'i, uyduyu korkunç nizamı düşüne­cek olursak tabiat dediğimiz uçsuz bucaksız âlemin nasıl bir disiplin, ölçülü bir düzen içinde olduğunu da­ha iyi kavrarız.

    Şu var ki, sanat plânında tabiatı ele aldığımız­da, bu varlığın ne kadar "pasif", ne kadar tarafsız olduğunu fark ederiz. Tabiat, sanat alanında, ancak insanın ona eklediği çeşitli anlamlarla yaşatılabilir. Bu konuda Eugene Delacroix şöyle diyor:

    "Tabiat insanla tasalanmaz, çalışmaları ile ilgilenmez, bu dünya üstünde geçirdiği hayatın farkında değildir. Bir hayvan gibi, en ilkel bir şekilde yaşasın, yada hârikalar yaratsın, hepsi birdir tabiat için. Bir bakıma gerçek insan, vahşi insandır. Tabiata olduğu gibi uyar. Ama insan aklını geliştirmeye, düşünüşle­rinin çerçevesini genişletmeye, bu düşünüşlerin ifa­de şekillerini geliştirmeye gelsin. O zaman görür ki, tabiat, onda gelişen bu hassalara karşıttır... İnsan durmadan tabiatı zorlamakla ödevlidir. Onu dize ge­tirmek yolundaki devamlı çabasını bir an için durdursa, tabiat hemen haklarına sahip olur, insanın eser­lerini yok etmeye yeltenir. Atina'daki Partenon, Ro­ma'daki Saint-Pierre, sanatın bütün mucizeleri ta­biatın nesine gerek? Bir deprem, bir volkanın lâvla­rı o büyük anıtları yerle bir edebilir. Kuşlar o hârika yıkıntılar arasına yuva yapacak, vahşi hayvan­lar, onları yaratanların açılmış mezarlarından ke­miklerini çıkaracaktır."

    Tabiatın girift durumu


    Tabiata bağlılığımız, onsuz olamamamız, her duygumuzun, her düşünüşümüzün hep ona bağlandı­ğı gerçeği bir yana, tabiatı sanat plânında seyrettiği­miz, incelediğimiz zaman, şu sonuca varırız: Tabiat, her bakımdan eksiksiz, kusursuz bir düzen göster­mekle beraber, çok girift, ayrıntılı bir karakter de taşır. Gözümüz önünde serili elemanlar, Tanrı yada insan yapısı olsun, bin bir yönlü, ayıklanmaz derecede parçalıdır. Her eleman, belki milyarlarca zerreden yapılıdır, girinti, çıkıntıları sayılamayacak kadar çok­tur. Üstelik, ışık ve gölge bunlar üstünde bin bir oyun kurar. En koyudan en açığa gölgeler, en parlaktan en sönüğe ışıklar, biçimlere, ışık gölgelere katılan renk­ler, akisler, donuk, yada parlak kıymetlerle bezenen, son derece zenginleşen dış dünya, içinden çıkılmaz bir karışıklık, giriftlikle gözlerimiz önüne serilir. .

    Belli bir tabiat parçasının, bir görünüşün sonsuz ayrıntıları yanında, sadece bir ağacı, bir ağa­cın tek dalını, yada bir kaya, hattâ bir taş par­çasını ele alıp incelesek, tabiatın bu küçücük parçalarının bile yaratanca nasıl inceden inceye işlendi­ğini görürüz. Tabiatın her yanı içinden çıkılmayacak kadar parçalı, bölüntülü, ayrıntılıdır.

    Bu parçaları, bölüntüleri, ayrıntıları, eski deyim­le "teferruat" ı göz önünde tutacak olursak, tabiatın,ressam için, ayıklanması gereken çok karışık, sayısız zerrelerden yapılı girift bir "kozmos" halinde belir­diğini anlarız.

    Tabiat karşısında sanatçı

    Ressam Paul Signac diyor ki: "Tabiatta her şey güzel değildir." Bu sözün iyi anlaşılması gerek. Ta­biatta her şeyin güzel olduğu su götürmez bir ger­çek. Şu var ki, kendiliğinden güzel olan bir deniz, bir ağaç, bir kaya, yada bir insan yüzü, olduğu gi­bi, fotoğrafik anlamında ele alınırsa, bütünü bakı­mından ressama elverişli değildir. Signac bunu de­mek istiyor. O halde, bu kadar karışık, ayrıntılı olan dünyayı eserinde aksettirecek ressamın, onu çizgi­ler, biçimler, renkler yolu ile ifade için başvuracağı çareleri düşünmesi, kavraması gerekir.

    Lâtinlerin eski bir sözü olan "Naturae Artis Magistra", "en güzel eser tabiattır" prensibine körü körüne uyarsa, tabiatı, kendinden hiç bir şey katma­dan, olduğu gibi kopya etmesi gerekmez mi? Böy­le bir çabayı makbul görsek de, insan gücünün ne kadar üstünde olduğunu anlarız. Fotoğraf objekti­fi bile, hassas kâğıt üstüne tabiatı aksederken, ince ayrıntılarını alamaz, sayısız zerrelerini veremez. Sa­natçının kalem, fırça tutan eli, tabiatın ancak kaba­sını alabilecek, daha incesini resmetmeye gücü yetmeyecektir.

    Böylesine belli bir gerçeği burada hatırlatmak­tan amacımız, sanat estetiğinin bir kuralının nedenini vermektir. Bu kurala göre sanat, tabiatın taklidi değil, yorumudur. Demek ki sanatçı, tabiata kendim, duygu ve düşünüşlerini ekler, bu eklemeyi yapmak için tabiata bakar, onu, kendi benliğinin süzgecinden geçirir.

    Böylelikle, "tabiata bakmak" olayının, sanatçı için, "tabiattan gerekeni almak" demek olduğu prensibi belirir.

    Sanat, tabiata ekli insandır


    Bu açıklama ünlü İngiliz düşünürü Bacon'undur. Fransız yazarı Emile Zola'nın da buna benzer bir açık­laması var. Zola, "Sanat, bir mizaç’ın arasından görül­müş tabiattır." demişti. Bu sözlerden anlaşılacağına göre tabiat kaynak olarak son derece zengin, ama sanat planında kendi başına yetersizdir. Tabiat, ma­tematik düzeni içinde, hep bir teviye sürüp gider, var olmakla yetinir. Ona türlü anlamlar katan insandır. Tabiata bakan sanatçının düşünüş, inceleme mekanizması süzgeç gibidir. Tabiattan aldığı elemanlar­dan işine geleni tutup gelmeyeni bırakır. Bu süz­geç tabiatın yalnız "madde" tarafını süzmekle de yetinmez. Biçimlerin, renklerin sade, pürüzsüz, bölüntüsüz taraflarını alırken onların uyandırdığı duyguları da, kendine göre, ayarlar. Bir tabiat parçası karşısına on ressam oturtunuz, aynı konuyu resmettiri­niz. Sonuç sizi hayrete düşürebilir. Çünkü bu tek ko­nu, on ressamın her birine başka bir görüş, başka bir duyuş, bir teknik esindirmiştir. Kimi için ferah, ay­dınlık, neşeli olan bir görünüş, kimi için keder verici, yada trajiktir. Her sanatçı aynı tabiat parçası­nı kendi düşünüş, duyuş mekanizmasının süzgecin­den geçirmiş, ona başka başka anlamlar eklemiştir.

    Burada ressam Eugene Delacroix'nın bir aforizmasını hatırlarız: "Tabiat, büyük bir sözlüktür." Ve ressam bu aforizmasını şöyle yorumluyor:

    "Sözlükteki binlerce kelimenin hepsi güzel, an­lamlı. Ama sözlük, bu güzel, anlamlı kelimelerle ede­bi bir eser sayılmaz. Kelimeler karmakarışık, birbiri ile ilgisiz sıralanmıştır. Tabiat da sözlüğe benzer. Ta­biat elemanlarının hepsi güzel, ayrı ayrı biçim ve renkleriyle hepsi göz alıcı. Ama sanatçı bu baş dön­dürücü zenginlikleri düzenlemek zorunda. Yazar na­sıl sırası gelince sözlükten kelime seçerse ressam da tabiattan, biçimler, tertipler, renkler seçer. Yada eşyalardan ayıklamalar yapar.

    Sanat eseri bir sentezdir


    Estetik yönden konumuz aydınlanıyor. Tabiat tez ve antitezlerle, karşıt elemanlarla dolu bir alan­dır. Bu tez ve antitezleri, bu karşıt elemanları barış­tırarak bir "sentez" yaratmak sanatçının başlıca ödevidir.

    Tabiat karşısında sanatçının yapacağı sentez, ge­rek işçilik, teknik bakımından, gerek duyuş, düşünüş bakımından olacaktır. Zaten her duyuş, düşünüş ken­dine en uygun olan çalışma tarzını, tekniği seçer.

    Genel olarak şu prensip kabul edilebilir: Sanat­çının kişiliğini kuran sentez gücüdür. Tabiatta gör­düklerinden anlam çıkaramayan, eski deyimle "dünya görüşü" olmayan, bu görüşü ortaya atmak için elindeki teknik araçlara bir düzen veremeyen sanatçı­nın kişiliği yoktur. O sadece ya kendinden önce ya­pılanı tekrarlar, bir takım formülleri körü körüne benimser, ya da gördüğünü düşüncesizce taklitle yeti­nir. Tabiata katacak duyuş, seziş sermayesi yoktur. Sentezci değildir. Ya tabiatın kölesi, ya başkalarının taklitçisidir.

    Ressamın top yekûn tabiata bağlanamayacağını hatırlatan Andre Gide diyor ki:

    "Tabiata tam bağlanmak, ölüme bağlanmaktır. Kişide -sanatçıda- yaşama gücünün zerresi kaldıkça bu güç, tabiata karşı gelmek, tabiatla savaşmakla kendini gösterecektir.

    İki tabiat var: biri insanın dışındaki, öteki için­deki. Tabiatta hiç bir şey kendi kendine değildir, her şey birbirine bağlıdır ve her şey, durmadan, aynı tempo üstüne devam edip gider. Sanat eseri ise tek, bütündür. Sanatçı her zaman, tabiat yanında olmak­la beraber, ona karşıdır. Bu bakımdan denebilir ki, tabiat teklif eder, ama kararı sanatçı verir."

    Ressamla tabiat konusunda Charles Baudelaire'in de şu sözleri var:

    Eğer "manzara" dediğimiz her hangi bir ağaç, dağ, su ve ev topluluğu güzelse, bu manzara kendi­liğinden değil, benim ona eklediğim düşünüş, duyuş bakımından güzel. Hayalimizi zorlayıp, bir an için, tabiatı, bu dağ, taş ve bitki topluluğunu insansız düşünsek, şu sonuca varırız: Tanıksız, yani ona an­lam katacak varlıksız tabiat ne olur ?

    Ve daha aşağıda gerçeğe körü körüne uyan bazı ressamların eserlerini inceleyen şair diyor ki:

    "Çok iyi resim yapıyorlar, ama bir tabiat görü­nüşünün ancak sanatçının ona eklediği anlamla kıy­metleneceğini unutuyorlar. Sanat sözlüğünü "tabiatı" sanatın kendisi biliyorlar... Onlar için bir etüt, tablo demektir. Ressam Français büyük, asırlık bir ağacı körü körüne kopya ediyor ve: işte manzara, diyor."

    Alıntıdır...

      Forum Saati Cuma Mart 29, 2024 12:25 pm