Sanat - Sanat Yazıları
Sanat yaratmaktır. Yaratmak ise özgürlükle olur. Gerçek sanatçı eserini şu veya bu yasanın baskısı altında yaratmaz. Onun kaleminde veya fırçasında kendini hissettiren tek baskı, kendi duyguları ve düşünceleridir. Bunlara biçim vermedikçe rahata kavuşamaz, diyen Suut Kemal Yetkin, şöyle devam ediyor :
Sanatçıya: Şöyle veya böyle yazacaksın, şunları veya bunları anlatacaksın denildiği güri ne sanattan, ne sanatçıdan eser kalır. Oysaki sanat iç hürlüğün sonucu olursa hem sanat, hem toplum kazanır. Güdümcülerin sanatta yaratış konusu üzerinde durmamaları şaşılacak bir şeydir. Oysaki meselenin düğüm noktası oradadır. Sanatçı için yaratmak nefes almak gibi bir şeydir. Sanatçı, insan olarak, nefes almadan yaşamadığı gibi, ressam ve şair olarak da yaratmadan yaşayamaz. Andre Gide, Kalpazanlar'ı hakkında şöyle söyler: «Niçin bu kitabı yazdım? Onu yazmam gerektiği için. Bütün bunları içimde taşısaydım, sanırım rahat ölemezdim.
Güdümcüler her şeyden önce sanattan toplum davalarım, bir takım gerçekçi konuları ele almaşım isterler ve yalnız renklerle çizgilerden örülmüş bir tablonun, veya mânasını ahenginden alan bir şiirin, gerçek sanat olduğu için, toplumcu sanattan çok topluma hizmet edeceğini düşünmezler. Sanatçı, güdümcülerin savunduğu konulara dokunmasın mı? O konulara içinden geliyorsa dokunur, elbette, ama içinden gelmiyorsa onu bu yola zorlamak yaratma gücüne karışmak olur ki, bu da sanatın ölümü demektir.
Bu gerçek (gerçekçi değil) sanat görüşünü daha iyi kabul ettirmek için Van Gogh'u hatırlatalım. Ressamın, kardeşi Theo'ya. yazdığı mektuplarda sık sık geçen kelime renktir. Onun kaygısı hep renklerde toplanır. 1888'de kardeşine yazdığı bir mektupta:
Bazan ne istediğimi pek iyi biliyorum. Hayatta ve resimde, her şeyden, Allah'tan da vazgeçebilirim. Ama acı çeken ben, kendimi aşan, hayatım olan bir şeyden, yaratmanın cezbesinden vaz geçemem. Kendimi iki kuvvet arasındabuluyorum, îlkin geçim zorlukları; bir hayat kurmak için, sağa baş vuruyorum olmuyor; sola baş vuruyorum olmuyor. Sonra renk üzerinde çalışmaik. Renkte bir şeyler bulacağımı umuyorum. İki sevgilinin aşkını, biribirini tamamlayan iki rengin uyuşması, onların biribirine karışması ve karşı gelmesi, yalan tonların esrarlı titreyişleri ile anlatmak; bir çehredeki düşünceyi koyu bir zemin üzerinde açık bir tonun parıltısı gibi anlatmak; ümidi bir yıldızla, coşkunluğu batan bir güneşin parıltıları ile anlatmak... Kırmızı ve yeşil ile müthiş insan ihtiraslarını tesbite çalıştım.
Yalnız geniş bir toplum tarafından anlaşılmamakla kalmayan, mutlak bir sefalete batan ve sıcak bir yuvanın hasreti içinde yalnızlıkla savaşan fakat yaşama gücünü sanattan alan Van Gogh, hemen hemen bütün mektuplarında renkten ve şekilden söz ettiği halde, tablolarında acı bir hayat anlayışını bütün burukluğu ile yaşatabümiştir.
İster, üzerinde bir pipo unutulan boş sandalyasını, ister bîr kasırganın kendilerini bir gün sökeceğini biliyorlarmış gibi olanca güçleriyle toprağa sarılan ağaçlarını, ister bir çift âvâre pabucunu, ister yumruklarıyla gözlerini kapayarak ebediliğin eşiğinde hıçkırarak ağlıyan ihtiyarım alınız! Bunların hepsinde, insanın bozulmaz alın yazısını, ebedî acıyı ve yalnızlığı, hayatın tragiqııe mânasını görürsünüz. Ressam, bütün bu eserleri, gözlerinden içine süzülen ve orada zenginleşen renklerle yaratmıştır. Onun mektupları ve eserleri bize şu değişmez gerçeği öğretiyor ki resimde, konuları tâyin eden yalnız renklerin, çizgilerin birbirleriyle olan ilgileridir. Matematik deyişle söylemek gerekirse, renkler ve çizgiler konuların değil, konular renklerle çizgilerin fonksiyonlarıdır. Ressam, renklerin ahengini, çizgilerin ritmini ararken, kompozisyonla birlikte kendi iç dünyasını da, dramını da ifade etmiş olur. Bu gerçek, öbür sanatlar için de böyledir.
Sanatçı, dış baskıların değil, iç itmelerin esiridir. İnsanlığın yüzünü ağarttığı halde, gerçek sanatın alın yazısı, vakit vakit de olsa, sanat dışı oyunlarla yolundan alıkonulmak istenmesidir. Ama artık bu oyunlara gelen yok.
Alıntıdır...
Sanat yaratmaktır. Yaratmak ise özgürlükle olur. Gerçek sanatçı eserini şu veya bu yasanın baskısı altında yaratmaz. Onun kaleminde veya fırçasında kendini hissettiren tek baskı, kendi duyguları ve düşünceleridir. Bunlara biçim vermedikçe rahata kavuşamaz, diyen Suut Kemal Yetkin, şöyle devam ediyor :
Sanatçıya: Şöyle veya böyle yazacaksın, şunları veya bunları anlatacaksın denildiği güri ne sanattan, ne sanatçıdan eser kalır. Oysaki sanat iç hürlüğün sonucu olursa hem sanat, hem toplum kazanır. Güdümcülerin sanatta yaratış konusu üzerinde durmamaları şaşılacak bir şeydir. Oysaki meselenin düğüm noktası oradadır. Sanatçı için yaratmak nefes almak gibi bir şeydir. Sanatçı, insan olarak, nefes almadan yaşamadığı gibi, ressam ve şair olarak da yaratmadan yaşayamaz. Andre Gide, Kalpazanlar'ı hakkında şöyle söyler: «Niçin bu kitabı yazdım? Onu yazmam gerektiği için. Bütün bunları içimde taşısaydım, sanırım rahat ölemezdim.
Güdümcüler her şeyden önce sanattan toplum davalarım, bir takım gerçekçi konuları ele almaşım isterler ve yalnız renklerle çizgilerden örülmüş bir tablonun, veya mânasını ahenginden alan bir şiirin, gerçek sanat olduğu için, toplumcu sanattan çok topluma hizmet edeceğini düşünmezler. Sanatçı, güdümcülerin savunduğu konulara dokunmasın mı? O konulara içinden geliyorsa dokunur, elbette, ama içinden gelmiyorsa onu bu yola zorlamak yaratma gücüne karışmak olur ki, bu da sanatın ölümü demektir.
Bu gerçek (gerçekçi değil) sanat görüşünü daha iyi kabul ettirmek için Van Gogh'u hatırlatalım. Ressamın, kardeşi Theo'ya. yazdığı mektuplarda sık sık geçen kelime renktir. Onun kaygısı hep renklerde toplanır. 1888'de kardeşine yazdığı bir mektupta:
Bazan ne istediğimi pek iyi biliyorum. Hayatta ve resimde, her şeyden, Allah'tan da vazgeçebilirim. Ama acı çeken ben, kendimi aşan, hayatım olan bir şeyden, yaratmanın cezbesinden vaz geçemem. Kendimi iki kuvvet arasındabuluyorum, îlkin geçim zorlukları; bir hayat kurmak için, sağa baş vuruyorum olmuyor; sola baş vuruyorum olmuyor. Sonra renk üzerinde çalışmaik. Renkte bir şeyler bulacağımı umuyorum. İki sevgilinin aşkını, biribirini tamamlayan iki rengin uyuşması, onların biribirine karışması ve karşı gelmesi, yalan tonların esrarlı titreyişleri ile anlatmak; bir çehredeki düşünceyi koyu bir zemin üzerinde açık bir tonun parıltısı gibi anlatmak; ümidi bir yıldızla, coşkunluğu batan bir güneşin parıltıları ile anlatmak... Kırmızı ve yeşil ile müthiş insan ihtiraslarını tesbite çalıştım.
Yalnız geniş bir toplum tarafından anlaşılmamakla kalmayan, mutlak bir sefalete batan ve sıcak bir yuvanın hasreti içinde yalnızlıkla savaşan fakat yaşama gücünü sanattan alan Van Gogh, hemen hemen bütün mektuplarında renkten ve şekilden söz ettiği halde, tablolarında acı bir hayat anlayışını bütün burukluğu ile yaşatabümiştir.
İster, üzerinde bir pipo unutulan boş sandalyasını, ister bîr kasırganın kendilerini bir gün sökeceğini biliyorlarmış gibi olanca güçleriyle toprağa sarılan ağaçlarını, ister bir çift âvâre pabucunu, ister yumruklarıyla gözlerini kapayarak ebediliğin eşiğinde hıçkırarak ağlıyan ihtiyarım alınız! Bunların hepsinde, insanın bozulmaz alın yazısını, ebedî acıyı ve yalnızlığı, hayatın tragiqııe mânasını görürsünüz. Ressam, bütün bu eserleri, gözlerinden içine süzülen ve orada zenginleşen renklerle yaratmıştır. Onun mektupları ve eserleri bize şu değişmez gerçeği öğretiyor ki resimde, konuları tâyin eden yalnız renklerin, çizgilerin birbirleriyle olan ilgileridir. Matematik deyişle söylemek gerekirse, renkler ve çizgiler konuların değil, konular renklerle çizgilerin fonksiyonlarıdır. Ressam, renklerin ahengini, çizgilerin ritmini ararken, kompozisyonla birlikte kendi iç dünyasını da, dramını da ifade etmiş olur. Bu gerçek, öbür sanatlar için de böyledir.
Sanatçı, dış baskıların değil, iç itmelerin esiridir. İnsanlığın yüzünü ağarttığı halde, gerçek sanatın alın yazısı, vakit vakit de olsa, sanat dışı oyunlarla yolundan alıkonulmak istenmesidir. Ama artık bu oyunlara gelen yok.
Alıntıdır...