Sanat - Sanat Yazıları
Toplumların gidiş ve evriminde san'atçının etkinlik payı, bizi kaçınılmaz bir şekilde, şu ünlü «sanat sanat içindir» tartışmasına götürür.» sözlerile yazısına giren Oya Baydar toplumcu sanatı, Türk toplumunda sanatçının yerini araştırır :
Evet, sanat sanat içindir. Sanatın amacı kendilidedir, ama...: İşte bu «ama» bizi, kendi toplumumuzun âna sanat sorununun tam ortasına atar.
Toplumlar vardır, tıkır tıkır işleyen bir makinaya benzer. Kişilerin ve kurumların toplumsal görevleri avrımlaşmış, toplumsal sorunların tümüne ışık tutulmuş, çözüm yolları bulunmuştur. Makina işlemekte ve kişiler her yana birden el atmak zorunluğu içinde bulunmaktadırlar. İşte böyle bir toplumda sanatçı hürdür. Yalnız, toplum sorunlarının tümüyle dışındadır demek istemiyoruz. Bu sorunlar, bir insan, bir vatandaş olarak sanatçıyı mutlak etkileyecektir. Ama hiç bir zaman şu veya bu konuya eğilmek gibi bir zorunluluk karşısında bırakmıyacaktır. Sanatçı sorumluluğunun bilincine varmış bir insan olarak gerektiğinde topluma eğilir, toplumdan esinlenir, toplumu eğitir ama hiçbir sanatını bir alet haline getirmek zorunluluğunu duymaz. Düzenli, gelişmiş, sorunlarını çözmüş bir toplumun bireyi olarak, tam bir özgürlük içinde meyvelerini verir.
İşte ancak böyle bir toplumda yaşayan san'atçı, sanat için sanat yapmakta hürdür. O da ancak, büyük ve gerçek sanatçıysa. Burada sorunun düğüm noktasına gelmiş bulunuyoruz. «Ancak büyük sanatçıysa» dedik. Büyük sanatçı; Harınlara kalacak yapıtların sahihi, zamanı aşabilen sanatçı, «Sanat sanat içindir, sanat toplum içindir» tartışmasını anlamsız kılan kişidir. O, topluma eğilir ve başkalarının tatsız tuzsuz bir röportaj çıkaracakları yerden bir şaheser yaratır. Ya da o, toplumu hiçe sayar, sanattan başka bir şey düşünmez yine bir şaheser çıkar ortaya. O, sanat alanının özgür kişisidir.
Yine toplumlar vardır... Gelişmekte, yeniden kurulmakta, yıkıklarını onarmakta olan toplumlar. Böyle toplumlarda, sorumluluk taşıyan kişiler ister istemez her konuya, her yöne birden el atacaklardır. Sorunlar bütün çıplaklığı ve bütün gerçekliği ile ortada durmakta ve çözüm yolu beklemektedir. Bu toplumda sanatçı, «.fildişi kule»sine çekilemez; çekilirse suçlu sayılır.
Türk toplumunda sanatçı işte tam bu noktada bulunmaktadır. Türkiye, belki de tarihinin en dalgalı, en karmaşık çağını yaşıyor. Köy sorunu, kent sorunu, din, öğretim, işçi, gericilik, ilericilik sorunu... Saymakla tükenecek gibi değil.
Sanatçı sorumluluğunun bilincine varmışsa, böyle bir toplumda, «sanat için sanat» yapmasını nasıl isteyebiliriz ondan, ya da nasıl izin verebiliriz buna? Bunca sorun çözüm yolu, milyonlarca insan bir uyarıcı beklerken, aydın bir kişi olan sanatçı bunların karşısında nasıl «fildişi kule»sine çekilebilir ve hiç olmazsa kamu oyu karşısında suçlu olmaktan nasıl kurtulabilir?
Son yüzyıllarda, ülkemizde sanatın tuttuğu yol, bize bunun canlı bir örneğini verirken, sanatçılarımızın genel olarak sağlam görüşlü ve sorumluluk duygusuna sahip olduklarını da gösteriyor. Bütün sanat kollarında halka dönüş hareketleri gözlenirken, sanatçılarımız dilleri döndüğü, elleri yettiği ve ortam izin verdiği kadar topluma eğiliyor, topluma sesleniyorlar.
Tek başına sanatın, sorunlarımıza bir çözüm yolu getirebileceği savını ileri sürmüyoruz, ama san'at bu sorunlara ışık tutacak, gerçeği aydınlatacak ve en önemlisi kütleleri uyaracaktır.
Bu alanda en etken olabileceğini sandığımız romanı ele alalım. Yeni Türk romanı ve romancısının toplumumuzdaki yerini belirtmeğe çalışalım bir kez.
Son yıllarda, toplumsal sorunlarımıza ışık tutan romanların dışında, gerek sanat, gerekse toplumsal açıdan değerli sayılabilecek romanlar verilmiş midir? Bu soruya olumlu bir cevap verilebileceğini sanmıyoruz. Bunun nedenini araştıralım. Sanatçılarımızın yetersizliği mi söz konusu acaba? Sanmıyoruz... Ödevini yapamamış, sorumluluk yüklenmeğe gücü yetmemiş bütün kişiler gibi, toplumsal görevini yerine getirmemiş, Türk toplumu gibi bir toplumda sorumluluklarını unutan bir sanatçı silinmeğe, unutulmağa, ikinci plâna düşmeğe mahkûmdur. En güçlü sanatçılarımızın, topluma eğilenler arasından çıkması da bunu kanıtlamıyor mu?
Türkiye bütün gerçekleri, bütün sorunları ile karşımızda. Artık «sanat sanat içindir, sanat toplum içindir» tartışmasının ne anlamı olabilir bizim için? Evet, Türk toplumunda sanat toplum içindir...
Güdümlü -daha yerinde bir deyişle, belli bir toplumsal amaca yönelen- sanattan yana mıyız? Bu soruya, bu gün Türkiye'nin içinde bulunduğu toplumsal evrim çizgisini göz önüne alarak, çekinmeden «evet» diyeceğiz.
Büyük sanatçı topluma eğildiğinde de büyüktür. Çeşitli ulusların sanatından alabileceğimiz örnekler bunu kanıtlamaktadır.
Koca bir Rus edebiyatı var önümüzde. Tolstoy'lar, Dostoyevski'ler, Puskin' ler var... Sonra bütün bir savaş sonrası Avrupa sanat ve edebiyatı... Hepsi toplum sorunlarına eğilmiş kişiler ve hepsi de büyük sanatçı. Demek topluma eğilmek, sanatı öldürmek şöyle dursun, yepyeni bir güç kazandırıyor sanatçıya,
Türk toplumunda sanatın yeri. Bu yer «fildişi kule»nin içi değildir. Bu yer bize yabancı ortamlarda geçen, bize yabancı, uydurma öyküler değildir. Bu yer toplumumuzun tam ortasında dertlerin, çıkmazların, karanlık köylerin, ölen çocukların, okulsuzların, sömürülenlerin, karanlığı aşmağa çabalayanların yanındadır.
Alıntıdır...
Toplumların gidiş ve evriminde san'atçının etkinlik payı, bizi kaçınılmaz bir şekilde, şu ünlü «sanat sanat içindir» tartışmasına götürür.» sözlerile yazısına giren Oya Baydar toplumcu sanatı, Türk toplumunda sanatçının yerini araştırır :
Evet, sanat sanat içindir. Sanatın amacı kendilidedir, ama...: İşte bu «ama» bizi, kendi toplumumuzun âna sanat sorununun tam ortasına atar.
Toplumlar vardır, tıkır tıkır işleyen bir makinaya benzer. Kişilerin ve kurumların toplumsal görevleri avrımlaşmış, toplumsal sorunların tümüne ışık tutulmuş, çözüm yolları bulunmuştur. Makina işlemekte ve kişiler her yana birden el atmak zorunluğu içinde bulunmaktadırlar. İşte böyle bir toplumda sanatçı hürdür. Yalnız, toplum sorunlarının tümüyle dışındadır demek istemiyoruz. Bu sorunlar, bir insan, bir vatandaş olarak sanatçıyı mutlak etkileyecektir. Ama hiç bir zaman şu veya bu konuya eğilmek gibi bir zorunluluk karşısında bırakmıyacaktır. Sanatçı sorumluluğunun bilincine varmış bir insan olarak gerektiğinde topluma eğilir, toplumdan esinlenir, toplumu eğitir ama hiçbir sanatını bir alet haline getirmek zorunluluğunu duymaz. Düzenli, gelişmiş, sorunlarını çözmüş bir toplumun bireyi olarak, tam bir özgürlük içinde meyvelerini verir.
İşte ancak böyle bir toplumda yaşayan san'atçı, sanat için sanat yapmakta hürdür. O da ancak, büyük ve gerçek sanatçıysa. Burada sorunun düğüm noktasına gelmiş bulunuyoruz. «Ancak büyük sanatçıysa» dedik. Büyük sanatçı; Harınlara kalacak yapıtların sahihi, zamanı aşabilen sanatçı, «Sanat sanat içindir, sanat toplum içindir» tartışmasını anlamsız kılan kişidir. O, topluma eğilir ve başkalarının tatsız tuzsuz bir röportaj çıkaracakları yerden bir şaheser yaratır. Ya da o, toplumu hiçe sayar, sanattan başka bir şey düşünmez yine bir şaheser çıkar ortaya. O, sanat alanının özgür kişisidir.
Yine toplumlar vardır... Gelişmekte, yeniden kurulmakta, yıkıklarını onarmakta olan toplumlar. Böyle toplumlarda, sorumluluk taşıyan kişiler ister istemez her konuya, her yöne birden el atacaklardır. Sorunlar bütün çıplaklığı ve bütün gerçekliği ile ortada durmakta ve çözüm yolu beklemektedir. Bu toplumda sanatçı, «.fildişi kule»sine çekilemez; çekilirse suçlu sayılır.
Türk toplumunda sanatçı işte tam bu noktada bulunmaktadır. Türkiye, belki de tarihinin en dalgalı, en karmaşık çağını yaşıyor. Köy sorunu, kent sorunu, din, öğretim, işçi, gericilik, ilericilik sorunu... Saymakla tükenecek gibi değil.
Sanatçı sorumluluğunun bilincine varmışsa, böyle bir toplumda, «sanat için sanat» yapmasını nasıl isteyebiliriz ondan, ya da nasıl izin verebiliriz buna? Bunca sorun çözüm yolu, milyonlarca insan bir uyarıcı beklerken, aydın bir kişi olan sanatçı bunların karşısında nasıl «fildişi kule»sine çekilebilir ve hiç olmazsa kamu oyu karşısında suçlu olmaktan nasıl kurtulabilir?
Son yüzyıllarda, ülkemizde sanatın tuttuğu yol, bize bunun canlı bir örneğini verirken, sanatçılarımızın genel olarak sağlam görüşlü ve sorumluluk duygusuna sahip olduklarını da gösteriyor. Bütün sanat kollarında halka dönüş hareketleri gözlenirken, sanatçılarımız dilleri döndüğü, elleri yettiği ve ortam izin verdiği kadar topluma eğiliyor, topluma sesleniyorlar.
Tek başına sanatın, sorunlarımıza bir çözüm yolu getirebileceği savını ileri sürmüyoruz, ama san'at bu sorunlara ışık tutacak, gerçeği aydınlatacak ve en önemlisi kütleleri uyaracaktır.
Bu alanda en etken olabileceğini sandığımız romanı ele alalım. Yeni Türk romanı ve romancısının toplumumuzdaki yerini belirtmeğe çalışalım bir kez.
Son yıllarda, toplumsal sorunlarımıza ışık tutan romanların dışında, gerek sanat, gerekse toplumsal açıdan değerli sayılabilecek romanlar verilmiş midir? Bu soruya olumlu bir cevap verilebileceğini sanmıyoruz. Bunun nedenini araştıralım. Sanatçılarımızın yetersizliği mi söz konusu acaba? Sanmıyoruz... Ödevini yapamamış, sorumluluk yüklenmeğe gücü yetmemiş bütün kişiler gibi, toplumsal görevini yerine getirmemiş, Türk toplumu gibi bir toplumda sorumluluklarını unutan bir sanatçı silinmeğe, unutulmağa, ikinci plâna düşmeğe mahkûmdur. En güçlü sanatçılarımızın, topluma eğilenler arasından çıkması da bunu kanıtlamıyor mu?
Türkiye bütün gerçekleri, bütün sorunları ile karşımızda. Artık «sanat sanat içindir, sanat toplum içindir» tartışmasının ne anlamı olabilir bizim için? Evet, Türk toplumunda sanat toplum içindir...
Güdümlü -daha yerinde bir deyişle, belli bir toplumsal amaca yönelen- sanattan yana mıyız? Bu soruya, bu gün Türkiye'nin içinde bulunduğu toplumsal evrim çizgisini göz önüne alarak, çekinmeden «evet» diyeceğiz.
Büyük sanatçı topluma eğildiğinde de büyüktür. Çeşitli ulusların sanatından alabileceğimiz örnekler bunu kanıtlamaktadır.
Koca bir Rus edebiyatı var önümüzde. Tolstoy'lar, Dostoyevski'ler, Puskin' ler var... Sonra bütün bir savaş sonrası Avrupa sanat ve edebiyatı... Hepsi toplum sorunlarına eğilmiş kişiler ve hepsi de büyük sanatçı. Demek topluma eğilmek, sanatı öldürmek şöyle dursun, yepyeni bir güç kazandırıyor sanatçıya,
Türk toplumunda sanatın yeri. Bu yer «fildişi kule»nin içi değildir. Bu yer bize yabancı ortamlarda geçen, bize yabancı, uydurma öyküler değildir. Bu yer toplumumuzun tam ortasında dertlerin, çıkmazların, karanlık köylerin, ölen çocukların, okulsuzların, sömürülenlerin, karanlığı aşmağa çabalayanların yanındadır.
Alıntıdır...