Hatay Türkiye’nin en eski yerleşim yerlerinden biridir. 1954-1966 yılları arasında Altınözü, Şenköy, Antakya ve Çevlik’te yapılan araştırmalarda elde edilen bulgular Orta Paleotrik Dönem özellikleri taşımaktadır.
Antakya'ya ilk kez geldiyseniz, otogardan çıkıp Asi Nehri boyunca yürür ve şehrin merkezini oluşturan meydana ulaşmak için o köprüden geçersiniz mutlaka. Köprü, ziyaretçisini hayal kırıklığına uğratmaz hiç. Asi'nin üzerinden öyle bir yel eser ki, güneyin boğucu sıcağından ancak bu esinti sayesinde kurtulur şehre gelen konuklar. Hiç durmadan esen bu rüzgar, Asi'nin üzerindeki köprülerden herhangi birinde durup şehri seyre daldığınızda, içinize işler, uzak diyarlardan haberler fısıldar kulağınıza. Şehir, binlerce yıldır böyle çeker insanları kendine; böyle kurulur ilk gönül bağı. Mitolojiye merakları olanlar, Antakya'nın kuruluşunu bir et parçasına bağlamakta sakınca görmezler. Efsaneler, şehirlerin gizemine katkıda bulunan büyülü bir hikayedir çünkü. Seleucus I. Nicator şehri kurmadan önce Jupiter Tapınağı'na giderek oradaki kahinle konuşur. Kurban kesmesi gerektiğini öğrenir. Kurban kesimi sırasnda yükseklerden bir kartal, kurbandan bir et parçası koparıp Siplus'a, yani bugünkü adıyla Habib-i Neccar Dağı'na bırakır. Seleucus bunu tanrının bir işareti sayar ve şehri Siplus Dağı ile Orontes Nehri arasına kurmaya karar verir. Yeni kente, babası Antiochos'un adı verilir. Şehir kısa zamanda gelişerek, Roma ve İskenderiye'den sonra, Roma dünyasının üçüncü büyük şehri haline gelir. Anadolu topraklarında, on farklı yerde Antiokhela yerleşim yeri olduğu rivayet edilir. Bunlardan biri Mersin, diğeri Yalvaç'ta ortaya çıkmıştır. Antakya ise, üzerinde hala yaşam sürdürülebilen aynı isimdeki tek yerlesim yeridir. Helenlerin, Romalıların, Perslerin, Arapların, Bizanslıların, Haçlıların, Selçuklu'ların, Memlüklerin, Osmanlı'ların ve kısa bir süre Fransızların egemenlikleri altında şekillenmiş tarihiyle, şehrin binlerce yılda oluşmuş kültürel birikimin katmanları: insan ilişkilerinde en sıcakifadelerle dile geldiği gibi, bir apartman inşaatının temel kazısı sırasında kepçeye takılan Sydamera tarzı bir lahit aracılığıyla da anlatır geçmişini meraklısına. Tarih bazen toprağın altından çıkar, bazende suyun sesinden. Harbiye, mitolojilk adıyla Daphne, suyu kendine katık etmiş verimli topraklara sahiptir. Şelaleleri, dört bir yandan fışkıran pınarları ile Antakya'nın gerdanına takılmış inci bir kolyedir sanki; "tarbuş"a dizilmiş bir dizi altın gibi. . Öyle ki, bu yaşlı şehrin demini almış kadınları, fes benzeri u başlığı takarken, altınlar görünecek şekilde bir kuşakla başlarına bağlar. Geçen yıllara böylece gönderirler selam duruşlarını. Şehrin güzelliği, Harbiye ile resmedilir çoğu kez.
Tadılmalı
Ünlü Kerebiç tatlısı tadılmalı.
Antakya'ya ilk kez geldiyseniz, otogardan çıkıp Asi Nehri boyunca yürür ve şehrin merkezini oluşturan meydana ulaşmak için o köprüden geçersiniz mutlaka. Köprü, ziyaretçisini hayal kırıklığına uğratmaz hiç. Asi'nin üzerinden öyle bir yel eser ki, güneyin boğucu sıcağından ancak bu esinti sayesinde kurtulur şehre gelen konuklar. Hiç durmadan esen bu rüzgar, Asi'nin üzerindeki köprülerden herhangi birinde durup şehri seyre daldığınızda, içinize işler, uzak diyarlardan haberler fısıldar kulağınıza. Şehir, binlerce yıldır böyle çeker insanları kendine; böyle kurulur ilk gönül bağı. Mitolojiye merakları olanlar, Antakya'nın kuruluşunu bir et parçasına bağlamakta sakınca görmezler. Efsaneler, şehirlerin gizemine katkıda bulunan büyülü bir hikayedir çünkü. Seleucus I. Nicator şehri kurmadan önce Jupiter Tapınağı'na giderek oradaki kahinle konuşur. Kurban kesmesi gerektiğini öğrenir. Kurban kesimi sırasnda yükseklerden bir kartal, kurbandan bir et parçası koparıp Siplus'a, yani bugünkü adıyla Habib-i Neccar Dağı'na bırakır. Seleucus bunu tanrının bir işareti sayar ve şehri Siplus Dağı ile Orontes Nehri arasına kurmaya karar verir. Yeni kente, babası Antiochos'un adı verilir. Şehir kısa zamanda gelişerek, Roma ve İskenderiye'den sonra, Roma dünyasının üçüncü büyük şehri haline gelir. Anadolu topraklarında, on farklı yerde Antiokhela yerleşim yeri olduğu rivayet edilir. Bunlardan biri Mersin, diğeri Yalvaç'ta ortaya çıkmıştır. Antakya ise, üzerinde hala yaşam sürdürülebilen aynı isimdeki tek yerlesim yeridir. Helenlerin, Romalıların, Perslerin, Arapların, Bizanslıların, Haçlıların, Selçuklu'ların, Memlüklerin, Osmanlı'ların ve kısa bir süre Fransızların egemenlikleri altında şekillenmiş tarihiyle, şehrin binlerce yılda oluşmuş kültürel birikimin katmanları: insan ilişkilerinde en sıcakifadelerle dile geldiği gibi, bir apartman inşaatının temel kazısı sırasında kepçeye takılan Sydamera tarzı bir lahit aracılığıyla da anlatır geçmişini meraklısına. Tarih bazen toprağın altından çıkar, bazende suyun sesinden. Harbiye, mitolojilk adıyla Daphne, suyu kendine katık etmiş verimli topraklara sahiptir. Şelaleleri, dört bir yandan fışkıran pınarları ile Antakya'nın gerdanına takılmış inci bir kolyedir sanki; "tarbuş"a dizilmiş bir dizi altın gibi. . Öyle ki, bu yaşlı şehrin demini almış kadınları, fes benzeri u başlığı takarken, altınlar görünecek şekilde bir kuşakla başlarına bağlar. Geçen yıllara böylece gönderirler selam duruşlarını. Şehrin güzelliği, Harbiye ile resmedilir çoğu kez.
Tadılmalı
Ünlü Kerebiç tatlısı tadılmalı.