Sanat - Sanat Dalları
Sözle ya da yazıyla ortaya konan ve hem içerikleri, hem de biçimsel yanları bakımından göz önüne alman düşünce ve duygu ürünü yapıtlar.
EDEBİYAT OLAYI
Edebiyat olayı, bu olayın doğası, alanı, anlamı ve nesnesi, üstünde yıllardır tartışılan bir konudur. Basılan ve yazılan her şey, özellikle de kitaplar, ama aynı zamanda dergi yazıları, gazeteler, yazışmalar, söylevler, konferanslar, vb. edebiyat içine mi girer? Yalnızca kitaplar edebiyat sayılırsa, dinsel metinleri, felsefe yapıtlarını, bilimsel kitapları da edebiyat saymak gerekecek midir? Polisiye romanları, serüvenleri ve aşkları anlatan sıradan romanları, tefrika romanları edebiyat dışında bırakmak mı, yoksa bırakmamak mı gerekir?Geniş anlamda edebiyat olayı, insanların yazı ve söz (sözlü bir edebiyat da vardır) aracılığıyla kendilerini dile getirdikleri "her zaman" vardır; ama dar anlamda, insanların bu yazdıkları, ilerde, arkeoloji araştırması yapar gibi değil de "haz" duymak için okuyan kimselerin belleğinde yer "ettiğinde", edebiyattan söz edilebilir. Edebiya olayı, hangi kavimden ve ulaştıkları uygarlık düzeyi ne olursa olsun, tarihin her döneminde ve dünyanın bütün halklarında görülen evrensel bir olaydır.
EDEBİYAT EDİMİ
Edebiyatın genellikle, bir bireyin inandığını, düşündüğünü, duyduğunu dile getirmesinin bir aracı olduğu düşünülür. Gerçekten, her kitap, bir okuru varsayar, her yazılı söz de, bir "okur imgesini" (Sartre) gerekli kılar. Yazar, kendini beğendirmek (ya da hoşnutsuzluğunu uyandırmamak) istediği bir topluluğa seslense de, başkalarına, gelecek yüzyıllara seslendiği düşü içinde yaşasa da (Stendhal, 1935 yılının okurları için yazdığını ileri sürüyordu), onun "yazma eylemi" bir toplumsal edimdir (yoksa yazmaz, susardı), bir insanın bir çağla doğrudan kurduğu diyalogdur.
Bununla birlikte, yazarın sözü, çevresinde hazır bulduğu söz olmadığı gibi, çevresindeki dünyanın yansıması da değildir; ama bunların taşıdığı bir olabilirliktir ve ancak, yazarın az ya da çok bir şey "dediği", dil, anlatı ve dilsel akış üstünde, sözünün özerk, niyetininse özgürleşmiş olduğu sanısını yaratan bir otorite gösterdiği zaman geçerlik kazanıp varlığını sürdürebilir. Birçok yazar, işte bu yönde kötü bir etki yapmıştır; çünkü "özgürleşmiş söz" de okurlara seslenir ve böylece, dil aracılığıyla yazarı okur kitlesine bağlayan iletişim ağı kurulmuş olur.
"Edebiyat önce, icat ve heyecanlandırma güçlerini en büyük özgürlük içinde geliştirmenin bir yoludur; çünkü, edebiyatın tözü ve aracı, dolaysız yarar gücünden bütünüyle sıyrılmış dildir..." (Valery).
YAZI: BİR İMGEYİ İLETMEK
Edebiyat, bir öznelliği (toplumsal kümeyle bütünleşmiş ya da bütünleşmemiş olabilir) dil aracılığıyla ortaya koymaktır. Dilin, toplumsal küme tarafından her gün kullanılan "sıradan" bir şey olması bakımından edebiyat, resimden ve müzikten ayrılır.Çünkü, resimsel ve müziksel anlatım sistemleri, günlük ve yaygın kullanımın konusu değillerdir. Dil sanatı olan edebiyat, genel anlamıyla bir sanat sayılmaz; nitekim, çizim, resim yapma, heykel yontma, çalgı çalma ya da beste yapma öğretilen okullar vardır ama, edebiyat yapmanın öğretildiği okul yoktur.
Yalnızca, edebiyat bilgilerinin, dil-bilgisinin, edebiyatların ya da edebiyat kuramlarının öğretildiği okullar vardır.Öte yandan, yazardan, "canlı bir görünüm" ortaya koyması, yani canlandırdığı nesnenin sadık ve aslına tıpatıp uygun bir imgesini vermesi beklenir. Bundan ötürü "bir çok şey söylemesi", birçok "iyi ve güzel şey söylemesi" istenir. Yazarın bildirisinin belli bir etki uyandırması, hattâ bu bildirinin ahlaksal yönde etki göstermesi gerektiği de düşünülür. Edebiyatın kökenlerindeki iki zorunluluk da buradan gelmektedir.
EDEBİYAT ETKİNLİĞİ
Çeşitli topluluklarda edebiyatın dinle yakın ilişkisi olmuştur. Sözgelimi, Eski Hindistan'da ve Sümerlilerde edebiyat etkinliği, dine sıkı sıkıya bağlıdır. Öte yandan Eski Çin'de, edebiyatın ahlaksal ve toplumsal sorunlardan ayrılmadığı bilinir. Kolomb öncesi'Amerika'da, Zenci Afrika'da, Madagaskar'da ve Güneydoğu Asya adalarında şiir, dinsel törenlerin ve toplumsal etkinliklerin bir bölümünü oluşturur. Türklerin İslâm dinini benimsemeleriyle, İslâm uygarlığının Türk edebiyatı üstünde etkili olduğu görülür (hattâ birçok edebiyat tarihçisi, Türk edebiyatını çağlara ayırırken "İslâm uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatı"ndan söz ederler).
Eski Yunanlılar Homeros'u, yaşama yol gösteren bir usta ve kılavuz gibi görüyorlardı ve Atina'da, tragedya yarışmaları, sitenin yaşamında önemli bir olaydı. Latin edebiyatıysa, başlangıçta tarihlerden, siyasal ve askerî söylevlerden, mahkeme savunmalarından oluşuyordu. Avrupa'da, Ortaçağ boyunca, "mystere"ler (dinsel konuları sahneye koyan oyunlar) Eskiçağ dramlarının oynadığı rolü oynuyor, yani halkın dinsel coşku içinde kaynaşmasını sağlıyorlardı. Chanson de geste'ler, Ayada'da görüldüğü gibi kahramanları yüceltiyor ve Roman de Renart gibi halk öyküleriyse, halk kaynaklarından yararlanıyorlardı. Rönesans'la ve Yeniçağ'la birlikte, edebiyatta bir dönüşüm gözlendi: Matbaanın bulunması, bir yandan, kitapların çoğaltılmasını ve daha büyük bir okur kitlesinin okumasını sağladı; öte yandan, edebiyat, topluluk bilincinden koparak kendine özgü yasaları olan bağımsız bir gerçek olmaya, gün geçtikçe bireyselleşmeye yöneldi.
YAZMA SANATI
XIX. ve XX. yüzyıllarda edebiyat çeşitli ülkelerde çoğunlukla bir meslek haline geldi; birçok edebiyatçı ve gazeteci, "kalemleriyle geçinmeye" başladı. Buna koşut olarak, yazma teknikleri bulmayı, edebiyatı, müziğe benzer bir sanat haline getirmeyi ve bunun için ona hem sınırlar çizmeyi, hem de soyut bir özerklik sağlamayı isteyen birçok edebiyat okulu ortaya çıktı.
Dil sanatı (bilimi değil; çünkü yazar bir dilbilimci değildir), dil aracılığıyla (yazı) düşünme ve insanlar arasındaki iletişim (yani başka bir deyişle dil) üstüne düşünme sanatı olan "yazı" (birçok çağdaş yazar "edebiyat" kavramı yerine "yazı" kavramını kullanmaktadır), okur kitlesiyle yapılan alışverişin ticari niteliğini reddeden ve uygarlığın bazı yozlaşmalarına karşı savaşan kişinin içine kapandığı bir sığınak gibi görünmektedir. Ama, bu kişi aynı zamanda, yazısal yapılara bir dönüşüm "getirmeyi", hattâ bu alanda devrimler yapmayı istemektedir; bu da, yaşadığımız çağın, çağdaş düşüncenin ayırıcı bir özelliğidir ve söz konusu kişi, dünyayı daha yoğun ve belki de daha umutsuzca yoğurarak biçimlendirmektedir.
Alıntıdır...
Sözle ya da yazıyla ortaya konan ve hem içerikleri, hem de biçimsel yanları bakımından göz önüne alman düşünce ve duygu ürünü yapıtlar.
EDEBİYAT OLAYI
Edebiyat olayı, bu olayın doğası, alanı, anlamı ve nesnesi, üstünde yıllardır tartışılan bir konudur. Basılan ve yazılan her şey, özellikle de kitaplar, ama aynı zamanda dergi yazıları, gazeteler, yazışmalar, söylevler, konferanslar, vb. edebiyat içine mi girer? Yalnızca kitaplar edebiyat sayılırsa, dinsel metinleri, felsefe yapıtlarını, bilimsel kitapları da edebiyat saymak gerekecek midir? Polisiye romanları, serüvenleri ve aşkları anlatan sıradan romanları, tefrika romanları edebiyat dışında bırakmak mı, yoksa bırakmamak mı gerekir?Geniş anlamda edebiyat olayı, insanların yazı ve söz (sözlü bir edebiyat da vardır) aracılığıyla kendilerini dile getirdikleri "her zaman" vardır; ama dar anlamda, insanların bu yazdıkları, ilerde, arkeoloji araştırması yapar gibi değil de "haz" duymak için okuyan kimselerin belleğinde yer "ettiğinde", edebiyattan söz edilebilir. Edebiya olayı, hangi kavimden ve ulaştıkları uygarlık düzeyi ne olursa olsun, tarihin her döneminde ve dünyanın bütün halklarında görülen evrensel bir olaydır.
EDEBİYAT EDİMİ
Edebiyatın genellikle, bir bireyin inandığını, düşündüğünü, duyduğunu dile getirmesinin bir aracı olduğu düşünülür. Gerçekten, her kitap, bir okuru varsayar, her yazılı söz de, bir "okur imgesini" (Sartre) gerekli kılar. Yazar, kendini beğendirmek (ya da hoşnutsuzluğunu uyandırmamak) istediği bir topluluğa seslense de, başkalarına, gelecek yüzyıllara seslendiği düşü içinde yaşasa da (Stendhal, 1935 yılının okurları için yazdığını ileri sürüyordu), onun "yazma eylemi" bir toplumsal edimdir (yoksa yazmaz, susardı), bir insanın bir çağla doğrudan kurduğu diyalogdur.
Bununla birlikte, yazarın sözü, çevresinde hazır bulduğu söz olmadığı gibi, çevresindeki dünyanın yansıması da değildir; ama bunların taşıdığı bir olabilirliktir ve ancak, yazarın az ya da çok bir şey "dediği", dil, anlatı ve dilsel akış üstünde, sözünün özerk, niyetininse özgürleşmiş olduğu sanısını yaratan bir otorite gösterdiği zaman geçerlik kazanıp varlığını sürdürebilir. Birçok yazar, işte bu yönde kötü bir etki yapmıştır; çünkü "özgürleşmiş söz" de okurlara seslenir ve böylece, dil aracılığıyla yazarı okur kitlesine bağlayan iletişim ağı kurulmuş olur.
"Edebiyat önce, icat ve heyecanlandırma güçlerini en büyük özgürlük içinde geliştirmenin bir yoludur; çünkü, edebiyatın tözü ve aracı, dolaysız yarar gücünden bütünüyle sıyrılmış dildir..." (Valery).
YAZI: BİR İMGEYİ İLETMEK
Edebiyat, bir öznelliği (toplumsal kümeyle bütünleşmiş ya da bütünleşmemiş olabilir) dil aracılığıyla ortaya koymaktır. Dilin, toplumsal küme tarafından her gün kullanılan "sıradan" bir şey olması bakımından edebiyat, resimden ve müzikten ayrılır.Çünkü, resimsel ve müziksel anlatım sistemleri, günlük ve yaygın kullanımın konusu değillerdir. Dil sanatı olan edebiyat, genel anlamıyla bir sanat sayılmaz; nitekim, çizim, resim yapma, heykel yontma, çalgı çalma ya da beste yapma öğretilen okullar vardır ama, edebiyat yapmanın öğretildiği okul yoktur.
Yalnızca, edebiyat bilgilerinin, dil-bilgisinin, edebiyatların ya da edebiyat kuramlarının öğretildiği okullar vardır.Öte yandan, yazardan, "canlı bir görünüm" ortaya koyması, yani canlandırdığı nesnenin sadık ve aslına tıpatıp uygun bir imgesini vermesi beklenir. Bundan ötürü "bir çok şey söylemesi", birçok "iyi ve güzel şey söylemesi" istenir. Yazarın bildirisinin belli bir etki uyandırması, hattâ bu bildirinin ahlaksal yönde etki göstermesi gerektiği de düşünülür. Edebiyatın kökenlerindeki iki zorunluluk da buradan gelmektedir.
EDEBİYAT ETKİNLİĞİ
Çeşitli topluluklarda edebiyatın dinle yakın ilişkisi olmuştur. Sözgelimi, Eski Hindistan'da ve Sümerlilerde edebiyat etkinliği, dine sıkı sıkıya bağlıdır. Öte yandan Eski Çin'de, edebiyatın ahlaksal ve toplumsal sorunlardan ayrılmadığı bilinir. Kolomb öncesi'Amerika'da, Zenci Afrika'da, Madagaskar'da ve Güneydoğu Asya adalarında şiir, dinsel törenlerin ve toplumsal etkinliklerin bir bölümünü oluşturur. Türklerin İslâm dinini benimsemeleriyle, İslâm uygarlığının Türk edebiyatı üstünde etkili olduğu görülür (hattâ birçok edebiyat tarihçisi, Türk edebiyatını çağlara ayırırken "İslâm uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatı"ndan söz ederler).
Eski Yunanlılar Homeros'u, yaşama yol gösteren bir usta ve kılavuz gibi görüyorlardı ve Atina'da, tragedya yarışmaları, sitenin yaşamında önemli bir olaydı. Latin edebiyatıysa, başlangıçta tarihlerden, siyasal ve askerî söylevlerden, mahkeme savunmalarından oluşuyordu. Avrupa'da, Ortaçağ boyunca, "mystere"ler (dinsel konuları sahneye koyan oyunlar) Eskiçağ dramlarının oynadığı rolü oynuyor, yani halkın dinsel coşku içinde kaynaşmasını sağlıyorlardı. Chanson de geste'ler, Ayada'da görüldüğü gibi kahramanları yüceltiyor ve Roman de Renart gibi halk öyküleriyse, halk kaynaklarından yararlanıyorlardı. Rönesans'la ve Yeniçağ'la birlikte, edebiyatta bir dönüşüm gözlendi: Matbaanın bulunması, bir yandan, kitapların çoğaltılmasını ve daha büyük bir okur kitlesinin okumasını sağladı; öte yandan, edebiyat, topluluk bilincinden koparak kendine özgü yasaları olan bağımsız bir gerçek olmaya, gün geçtikçe bireyselleşmeye yöneldi.
YAZMA SANATI
XIX. ve XX. yüzyıllarda edebiyat çeşitli ülkelerde çoğunlukla bir meslek haline geldi; birçok edebiyatçı ve gazeteci, "kalemleriyle geçinmeye" başladı. Buna koşut olarak, yazma teknikleri bulmayı, edebiyatı, müziğe benzer bir sanat haline getirmeyi ve bunun için ona hem sınırlar çizmeyi, hem de soyut bir özerklik sağlamayı isteyen birçok edebiyat okulu ortaya çıktı.
Dil sanatı (bilimi değil; çünkü yazar bir dilbilimci değildir), dil aracılığıyla (yazı) düşünme ve insanlar arasındaki iletişim (yani başka bir deyişle dil) üstüne düşünme sanatı olan "yazı" (birçok çağdaş yazar "edebiyat" kavramı yerine "yazı" kavramını kullanmaktadır), okur kitlesiyle yapılan alışverişin ticari niteliğini reddeden ve uygarlığın bazı yozlaşmalarına karşı savaşan kişinin içine kapandığı bir sığınak gibi görünmektedir. Ama, bu kişi aynı zamanda, yazısal yapılara bir dönüşüm "getirmeyi", hattâ bu alanda devrimler yapmayı istemektedir; bu da, yaşadığımız çağın, çağdaş düşüncenin ayırıcı bir özelliğidir ve söz konusu kişi, dünyayı daha yoğun ve belki de daha umutsuzca yoğurarak biçimlendirmektedir.
Alıntıdır...