Sanat - Sanat Dalları
TÜRKİYE'DE SERAMİKÇİLİK
Anadolu'da erken dönemde mimariye uygulanmış duvar çinilerinin yaygınlık göstermesi ve özellikle XIII. yy'da teknik bir yetkinliğe ulaşmış olması, seramiğin işlevsel amaçlara bağlı gelişmesinin tarihsel kökenlerle ilgili olduğunu ortaya koymaktadır. Beyşehir yöresindeki Kubadabad kazıları, bu geleneğe bağlı olarak Selçuk dönemi çini kapları konusunda da yeni görüşler edinmemizi kolaylaştırmıştır. Siyah desenli ve firuze renkli bu seramik kaplar, Anadolu'da Bizans seramiğinden çok farklı bir üsluba dayanan özgün bir Türk seramiğinin varlığını kanıtlar. Ayrıca Alacahöyük yakınında Kalehisar, Malatya'ya yakın Eski Kâhta, Adıyaman yakınında Samsat, Elazığ yakınında Korucutepe ve Diyarbakır İçkale'deki araştırmalar sonucunda ele geçen seramik buluntular da Anadolu Selçuk seramiği üstüne aydınlatıcı bilgiler verir. Bu sırsız seramikler, daha çok vazo, sürahi, kâse,tabakve büyük küp gibi eşyayı kapsar. Kubadabad kazılarında bulunan seramik parçalarının aynı zamanda bağdaş kurmuş insan figürü ya da grifonlarla süslü olması, sivil yapılarda seramik sanatına tasvir formlarının da eklendiğini gösterir. Buna karşılık Anadolu Selçuk dönemiyle ilgili seramik buluntuların sayısı fazla değildir. Beylikler ve erken Osmanlı dönemindeyse seramiğin canlı bir gelişmeye sahne olduğu görülebilmektedir. Başlıca merkezler İznik, Kütahya, Milet (Miletos), Konya, Antalya, Malatya ve Bursa'dır. Bazı yabancı kaynakların Milet işi olarak yorumladıkları seramiklerin yakın yıllarda K. Otto- Dorn'un araştırmaları sonucunda XIV. yy'ın ikinci yarısıyla XV. yy'a ait İznik seramikleri olduğu kanıtlanmıştır. Oktay Aslanapa'nın İznik'te yaptığı kazılarda bulunan parçalar da, bu gerçeği doğrulamakta ve asıl merkezin bu dönemde İznik olduğunu ortaya koymaktadır. Kobalt mavisi, koyu mor ve firuze rengin egemen olduğu bu seramiklerde sıraltı tekniği uygulanmıştır. XV. yy'a ait mavi, beyaz renkli Osmanlı seramikleri, bu dönemden kalan en eski örneklerdir. Günümüzde pek azı Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan ve büyük bölümü dünya müzelerine dağılmış olan ilk dönem Osmanlı seramik kapları için önemli merkezler İznik ve Kütahya'dır. Bunlar porselen eşyayı anımsatır ve ustalıklı bir desen zevkini yansıtır. Şakayık, krizantem gibi bitki motifleri oldukça sık kullanılmıştır. Erken dönemde mavi tonlar koyu olup, sonradan açık maviye dönüşmüş, ender hallerde de firuze eklenmiştir. Gönül Öney, bu dönemde görülen tipik Doğu motifleri nedeniyle, XV. yy. Osmanlı seramiklerine, aynı dönemin Ming porselenlerinin kaynaklık yapmış olabileceğine işaret eder. Bazı yabancı araştırmacılarsa, bu işçiliği Anadolu'ya İranlı ya da Suriyeli ustaların getirmiş olabilecekleri üstünde dururlar. Ama öyle de olsa, Osmanlılar yoluyla Anadolu'da geliştirilen bu ince işçiliğin, Anadolulu seramik ustaları elinde özgün bir bireşime ulaştırıldığı bir gerçektir. Yavuz Sultan Selim Tebriz'i ele geçirdikten sonra, bazı İranlı ustalar Anadolu'ya geçmiş olsalar bile, bunların yalnızca iki çini ustası olduğu belgelerde kayıtlıdır. Ernst Diez ise söz konusu çini ustalarının, Anadolu'daki çinilerin renk ve dekorları üstünde herhangi bir etki yapmış olabileceklerini kabul etmez.
Osmanlı seramiğinin en parlak dönemi XVI. ve XVII. yy'ları içerir. Mimaride çini olarak da geniş bir kullanım alanına sahip olan bu dönem seramikleri, teknik ve estetik olgunlukları bakımından dikkati çekicidir. Astar ve sıraltı tekniğinin uygulandığı bu seramikler, çinilerde olduğu gibi kobalt mavisi, yeşil, firuze, beyaz, siyah ve hafif kabartmalı domates kırmızısı gibi renklerle süslüdür. Biçimleri çevreleyen çizgiler, genellikle siyahtır. Lale, karanfil, gül, nar çiçeği, menekşe çok sevilen motiflerdir. Sırların ve renklerin parlaklığı dikkati çeker. Yelkenli gemiler ve balık figürleri, bu dönemin seramik kaplarında zaman zaman kullanılan dekor öğeleridir. Eski Kütahya ve Haliç ya da Şam işi olarak adlandırılan seramik kaplarda, süsleyici öğelerin birer üslup özelliği kazandığı görülür. Parlak beyaz üstüne mavi dekorlu Kütahya işlerinde, Selçuk döneminden gelme motîfler etken olmuştur. Haliç işi seramiklerde de aynı renkler görülmekle birlikte, bunlar "hatayî" ve çiçek motifleriyle süslüdür. Milet işlerinde egemen ton, kırmızıdır. Yanlış olarak Şam işi diye adlandırılan ve gerçekte Şam'la ilgisi bulunmayan üçüncü grupta, mat ve hafif renkler, bu arada manganez moru ağır basar. Gene yanlışlıkla Rodos işi diye bilinen seramik kaplarsa, İznik ve Kütahya atölyelerinde yapılmış, buradan başka ülkelere de yayılmıştır.
XVIII. yy'dan sonra İznik'teki üretimin yavaşlamasıyla, Kütahya ön plana geçmiştir. Bu çinilerde gene sır altı tekniği görülür. Çiçekler, üsluplaştırılmış yaprak motifleri, kuş ve balık desenleri kullanılmıştır. Desenler genellikle serbest bir üslubu yansıtır, XVIII. yy'm sonlarında nitelik açısından bir düşüş görülür. İşçilik eski önemini yitirmiş, geri bir taşra üslubu egemen olmaya başlamıştır. Geleneksel üslubun geç döneminde, Çanakkale önemli bir merkezdir. Yelken motifli tabaklar, geç dönem Çanakkale seramiklerinin en ilginç örnekleri arasındadır.
Seramik sanatının, bağımsız bir gelişmeyi yansıtan özgün ve yaratıcı örnekleri, özellikle 1950 yıllarından sonra Türkiye'de çağdaş nitelikli bir sanat dalının gelişip yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Bu alandaki gelişmeleri, Namık İsmail'in müdürlüğü zamanında, 1929'da Güzel Sanatlar Akademisi bünyesinde Dekoratif Sanatlar Bölümü'nün ve buna bağlı olarak seramik atölyesinin kurulmasına bağlayabiliriz. Ayrıca bir devlet kuruluşu olarak Sümerbank'ın İstanbul ve Kütahya illerini kapsayan bir seramik sanayisi projesini 1930 yıllarında geliştirmiş olmasının da, bu alanda bir katkısı olmuştur. 1957'de Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda seramik başlayıncaya kadar, Güzel Sanatlar Akademisi'nde ve bir ölçüde Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nde bu amaçla kurulmuş olan atölyeler, sanat seramiğinin gelişmesini hazırlayıcı bir işlev üstlenmişlerdir.
1962'de Prag'da düzenlenen Uluslararası Çağdaş Seramik Sergisi ile 1967'de İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi salonlarında açılan 5. Uluslararası Çağdaş Seramik Sergisi, seramik alanında çalışan sanatçıların tanınmasında olduğu kadar, seramiğin uluslararası bir platforma aktarılmasında da yararlı olmuştur. 20 ülkenin katıldığı 5. Uluslararası Çağdaş Seramik Sergisi'nde Türkiye'yi 31 sanatçımız temsil etmişti. Bunların arasında Sadi Diren, Candeğer Furtun, Atillâ Galatalı, Hakkı Karayiğitoğlu, İsmail Hakkı Oygar, Füreya Koral gibi çağdaş Türk seramiğinin oluşmasına öncülük yapmış sanatçılar yer almaktaydı. Ayrıca Vallauris, Faenza gibi uluslararası seramik merkezlerinde düzenlenen sergilerde, sanatçılarımızın başarı belgeleri almış olmaları, Türkiye'de eski bir geleneğe dayanan bu sanat dalında yeni bir "rönesans"m, özellikle 1960 yıllarında kendini göstermeye başladığının bir işareti olarak düşünülebilir. Öğretim kurumlarında seramik atölyelerinin kurulması yolunda çaba harcamış olan İsmail Hakkı Oygar, Vedat Ar ve Hakkı İzzet, aynı zamanda yeni sanatçı kuşağının başarısına da önayak olmuşlardır.
Günümüzde iki ayrı kuşağın çabaları üstüne kurulu bulunan çağdaş Türk seramiğinde, teknik olanakların genişlemesi kadar, üslup kaygılarının giderek yerleşmesi de söz konusudur. Bu alanda çalışmakta olan seramik sanatçılarının başlıcaları şunlardır: Atillâ Galatalı; Sadi Diren; Mediha Akarsu; Nasip İyem; Cemil Eren; Alev Ebüzziya; Melike Abasıyanık; Cevdet Altuğ; Müfide Çalık; Ayfer Karamani; Sabit Karamani; Hakkı Karayiğitoğlu; Bingül Başarır; Hamiye Çolakoğlu; Candeğer Furtun; Filiz Özgüven Galatalı; Erdinç Bakla; Jale Yılmabaşar Ertugan; Mehmet Ertugan; Beril Anılanmert; Tülin Adalan; Ömür Bakırer; Neşat Fehmi Erdoğdu; vb.
Alıntıdır...
TÜRKİYE'DE SERAMİKÇİLİK
Anadolu'da erken dönemde mimariye uygulanmış duvar çinilerinin yaygınlık göstermesi ve özellikle XIII. yy'da teknik bir yetkinliğe ulaşmış olması, seramiğin işlevsel amaçlara bağlı gelişmesinin tarihsel kökenlerle ilgili olduğunu ortaya koymaktadır. Beyşehir yöresindeki Kubadabad kazıları, bu geleneğe bağlı olarak Selçuk dönemi çini kapları konusunda da yeni görüşler edinmemizi kolaylaştırmıştır. Siyah desenli ve firuze renkli bu seramik kaplar, Anadolu'da Bizans seramiğinden çok farklı bir üsluba dayanan özgün bir Türk seramiğinin varlığını kanıtlar. Ayrıca Alacahöyük yakınında Kalehisar, Malatya'ya yakın Eski Kâhta, Adıyaman yakınında Samsat, Elazığ yakınında Korucutepe ve Diyarbakır İçkale'deki araştırmalar sonucunda ele geçen seramik buluntular da Anadolu Selçuk seramiği üstüne aydınlatıcı bilgiler verir. Bu sırsız seramikler, daha çok vazo, sürahi, kâse,tabakve büyük küp gibi eşyayı kapsar. Kubadabad kazılarında bulunan seramik parçalarının aynı zamanda bağdaş kurmuş insan figürü ya da grifonlarla süslü olması, sivil yapılarda seramik sanatına tasvir formlarının da eklendiğini gösterir. Buna karşılık Anadolu Selçuk dönemiyle ilgili seramik buluntuların sayısı fazla değildir. Beylikler ve erken Osmanlı dönemindeyse seramiğin canlı bir gelişmeye sahne olduğu görülebilmektedir. Başlıca merkezler İznik, Kütahya, Milet (Miletos), Konya, Antalya, Malatya ve Bursa'dır. Bazı yabancı kaynakların Milet işi olarak yorumladıkları seramiklerin yakın yıllarda K. Otto- Dorn'un araştırmaları sonucunda XIV. yy'ın ikinci yarısıyla XV. yy'a ait İznik seramikleri olduğu kanıtlanmıştır. Oktay Aslanapa'nın İznik'te yaptığı kazılarda bulunan parçalar da, bu gerçeği doğrulamakta ve asıl merkezin bu dönemde İznik olduğunu ortaya koymaktadır. Kobalt mavisi, koyu mor ve firuze rengin egemen olduğu bu seramiklerde sıraltı tekniği uygulanmıştır. XV. yy'a ait mavi, beyaz renkli Osmanlı seramikleri, bu dönemden kalan en eski örneklerdir. Günümüzde pek azı Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan ve büyük bölümü dünya müzelerine dağılmış olan ilk dönem Osmanlı seramik kapları için önemli merkezler İznik ve Kütahya'dır. Bunlar porselen eşyayı anımsatır ve ustalıklı bir desen zevkini yansıtır. Şakayık, krizantem gibi bitki motifleri oldukça sık kullanılmıştır. Erken dönemde mavi tonlar koyu olup, sonradan açık maviye dönüşmüş, ender hallerde de firuze eklenmiştir. Gönül Öney, bu dönemde görülen tipik Doğu motifleri nedeniyle, XV. yy. Osmanlı seramiklerine, aynı dönemin Ming porselenlerinin kaynaklık yapmış olabileceğine işaret eder. Bazı yabancı araştırmacılarsa, bu işçiliği Anadolu'ya İranlı ya da Suriyeli ustaların getirmiş olabilecekleri üstünde dururlar. Ama öyle de olsa, Osmanlılar yoluyla Anadolu'da geliştirilen bu ince işçiliğin, Anadolulu seramik ustaları elinde özgün bir bireşime ulaştırıldığı bir gerçektir. Yavuz Sultan Selim Tebriz'i ele geçirdikten sonra, bazı İranlı ustalar Anadolu'ya geçmiş olsalar bile, bunların yalnızca iki çini ustası olduğu belgelerde kayıtlıdır. Ernst Diez ise söz konusu çini ustalarının, Anadolu'daki çinilerin renk ve dekorları üstünde herhangi bir etki yapmış olabileceklerini kabul etmez.
Osmanlı seramiğinin en parlak dönemi XVI. ve XVII. yy'ları içerir. Mimaride çini olarak da geniş bir kullanım alanına sahip olan bu dönem seramikleri, teknik ve estetik olgunlukları bakımından dikkati çekicidir. Astar ve sıraltı tekniğinin uygulandığı bu seramikler, çinilerde olduğu gibi kobalt mavisi, yeşil, firuze, beyaz, siyah ve hafif kabartmalı domates kırmızısı gibi renklerle süslüdür. Biçimleri çevreleyen çizgiler, genellikle siyahtır. Lale, karanfil, gül, nar çiçeği, menekşe çok sevilen motiflerdir. Sırların ve renklerin parlaklığı dikkati çeker. Yelkenli gemiler ve balık figürleri, bu dönemin seramik kaplarında zaman zaman kullanılan dekor öğeleridir. Eski Kütahya ve Haliç ya da Şam işi olarak adlandırılan seramik kaplarda, süsleyici öğelerin birer üslup özelliği kazandığı görülür. Parlak beyaz üstüne mavi dekorlu Kütahya işlerinde, Selçuk döneminden gelme motîfler etken olmuştur. Haliç işi seramiklerde de aynı renkler görülmekle birlikte, bunlar "hatayî" ve çiçek motifleriyle süslüdür. Milet işlerinde egemen ton, kırmızıdır. Yanlış olarak Şam işi diye adlandırılan ve gerçekte Şam'la ilgisi bulunmayan üçüncü grupta, mat ve hafif renkler, bu arada manganez moru ağır basar. Gene yanlışlıkla Rodos işi diye bilinen seramik kaplarsa, İznik ve Kütahya atölyelerinde yapılmış, buradan başka ülkelere de yayılmıştır.
XVIII. yy'dan sonra İznik'teki üretimin yavaşlamasıyla, Kütahya ön plana geçmiştir. Bu çinilerde gene sır altı tekniği görülür. Çiçekler, üsluplaştırılmış yaprak motifleri, kuş ve balık desenleri kullanılmıştır. Desenler genellikle serbest bir üslubu yansıtır, XVIII. yy'm sonlarında nitelik açısından bir düşüş görülür. İşçilik eski önemini yitirmiş, geri bir taşra üslubu egemen olmaya başlamıştır. Geleneksel üslubun geç döneminde, Çanakkale önemli bir merkezdir. Yelken motifli tabaklar, geç dönem Çanakkale seramiklerinin en ilginç örnekleri arasındadır.
Seramik sanatının, bağımsız bir gelişmeyi yansıtan özgün ve yaratıcı örnekleri, özellikle 1950 yıllarından sonra Türkiye'de çağdaş nitelikli bir sanat dalının gelişip yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Bu alandaki gelişmeleri, Namık İsmail'in müdürlüğü zamanında, 1929'da Güzel Sanatlar Akademisi bünyesinde Dekoratif Sanatlar Bölümü'nün ve buna bağlı olarak seramik atölyesinin kurulmasına bağlayabiliriz. Ayrıca bir devlet kuruluşu olarak Sümerbank'ın İstanbul ve Kütahya illerini kapsayan bir seramik sanayisi projesini 1930 yıllarında geliştirmiş olmasının da, bu alanda bir katkısı olmuştur. 1957'de Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda seramik başlayıncaya kadar, Güzel Sanatlar Akademisi'nde ve bir ölçüde Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nde bu amaçla kurulmuş olan atölyeler, sanat seramiğinin gelişmesini hazırlayıcı bir işlev üstlenmişlerdir.
1962'de Prag'da düzenlenen Uluslararası Çağdaş Seramik Sergisi ile 1967'de İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi salonlarında açılan 5. Uluslararası Çağdaş Seramik Sergisi, seramik alanında çalışan sanatçıların tanınmasında olduğu kadar, seramiğin uluslararası bir platforma aktarılmasında da yararlı olmuştur. 20 ülkenin katıldığı 5. Uluslararası Çağdaş Seramik Sergisi'nde Türkiye'yi 31 sanatçımız temsil etmişti. Bunların arasında Sadi Diren, Candeğer Furtun, Atillâ Galatalı, Hakkı Karayiğitoğlu, İsmail Hakkı Oygar, Füreya Koral gibi çağdaş Türk seramiğinin oluşmasına öncülük yapmış sanatçılar yer almaktaydı. Ayrıca Vallauris, Faenza gibi uluslararası seramik merkezlerinde düzenlenen sergilerde, sanatçılarımızın başarı belgeleri almış olmaları, Türkiye'de eski bir geleneğe dayanan bu sanat dalında yeni bir "rönesans"m, özellikle 1960 yıllarında kendini göstermeye başladığının bir işareti olarak düşünülebilir. Öğretim kurumlarında seramik atölyelerinin kurulması yolunda çaba harcamış olan İsmail Hakkı Oygar, Vedat Ar ve Hakkı İzzet, aynı zamanda yeni sanatçı kuşağının başarısına da önayak olmuşlardır.
Günümüzde iki ayrı kuşağın çabaları üstüne kurulu bulunan çağdaş Türk seramiğinde, teknik olanakların genişlemesi kadar, üslup kaygılarının giderek yerleşmesi de söz konusudur. Bu alanda çalışmakta olan seramik sanatçılarının başlıcaları şunlardır: Atillâ Galatalı; Sadi Diren; Mediha Akarsu; Nasip İyem; Cemil Eren; Alev Ebüzziya; Melike Abasıyanık; Cevdet Altuğ; Müfide Çalık; Ayfer Karamani; Sabit Karamani; Hakkı Karayiğitoğlu; Bingül Başarır; Hamiye Çolakoğlu; Candeğer Furtun; Filiz Özgüven Galatalı; Erdinç Bakla; Jale Yılmabaşar Ertugan; Mehmet Ertugan; Beril Anılanmert; Tülin Adalan; Ömür Bakırer; Neşat Fehmi Erdoğdu; vb.
Alıntıdır...